11 Ekim 2015 Pazar

Bu aralar yolum hep Alancha 'ya düşüyor.

Alaçatı'nın Alancha'sını bekliyorduk nicedir. Şans eseri öğrendim Şubat'da açılacağını, sarıldım telefona  yaptım rezervasyonumu açılış haftasına. Açılış haftası değer verdiğim bir arkadaşımın doğumgününe denk geliyordu ve ben bu deneyimi onunla yaşamayı çok istiyordum.

Ama kader bu ya, deneyim bununla kalmadı. Enişte Luis ve kardeşimi de götürünce Büyük Göç menüsünü çift dikiş tatmış oldum.

Ayrıca bir akşam da Alancha Beets'e gidip bara da uğrayınca komple Alancha dünyasına girmiş oldum.

Oldukça yalın, sıcak tasarlanmış modern bir mekan Alancha. Mekanda kullanılan malzeme (ahşap, cam, metal vs) ve renk dengesi çok çok başarılı. Tuhaf bir huzur hissi yarattı bende.

Açılış haftasında va tam 1 ay sonra aynı menüyü deneyimlemiş oldum. Çok minik farklılıklar vardı. Ben aslında arayıp aynı menüyü tekrar tatmanın çok anlamı olmayacağını söyleyip bir alternatif çözüm talep etmiştim ama bu çözüm yaratılmadı. Zaten menüde değişiklik var dediler de pek öyle olmadı durum. Konu tadım olunca ikinci tur hiç keyifli olmuyor, net.

Tek tadım menüsü var: Büyük Anadolu Göç Menüsü. Herşey Anadolu topraklarından. İşin bu kısmı aslında takdire şayan. Nasıl ki Ferran Adria kendi ülkesinin malzemelerine, mezelerine sahip çıkıyor, Kemal Demirasal da Anadolu'nun otlarına, malzemelerine sahip çıkmış.

Tadım Mantar Çorbası ile başlıyor. Mantarın kokusu ve tadının yanısıra içindeki limon otunun tadı da çok net ayrıştırılabiliyor.

Çorbayı Tarhun soslu midye takip ediyor. Yediklerimizin lezzeti kadar sunumu da etkileyici. Tablo gibi tabaklar geliyor. Midye servisi çakıl taşlarının üzerinde ve tabii ki bir nitrojen şovu ile sunuluyor .

Bu deneyimler benim için tadımın ötesine geçiyor. Normalde yemeyeceğim şeyleri de yemek gibi bir tercih yapıyorum ki bu her zaman mutlulukla sonuçlanamayabiliyor.
Mesela Lahmacun. Çiğ bonfile, isot ve nar ekşisi ile yapılıyor. Ben ve çiğ bonfile.. Oldu.. Güzel de oldu. Ama daha çekecek çilem varmış, sınırlarımı daha da zorlamam ve işkembe yemem gerekiyormuş. İncecik bir işkembe, çıtır çıtır olacak şekilde kızarmış.Tarator ile servis ediliyor ve berry sos ile. Tedirgin bir şekilde tadım yaptım ama itiraf etmeliyim bana bile lezzetli geldi.                                          
Çerkez tavuğunun sununumu da başarılı. Üzeri hamurla kaplı ve yine üzerinde fermente mantar tozu var.

Çerkez tavuğunu Boşnak usulü kuru et takip etti. Oldukça kapsamlı proseslerden geçerek hazırlanıyor. Aklımda kaldığı kadarıyla 20 gün kurutucuda bekletiliyordu. Trüflü istiridye mantarı kremasıyla sunuluyor.


Marul tabağı diye adlandırılan tabakta ise marul içinde kereviz, maydonoz, kişniş, dereotu tohumları olan bir karışım bulunuyor. Beğendim ama etkilenmedim. Menüde olmasa bir kayıp olmaz diye düşünüyorum.

Trabzon tereyağı ve ekmek beni mutlu etti. Arada alışıldık bir es oldu.

Ve ardından buzdan bir kase içinde Buğday aşı servis edildi. Her yemek yapan aşcı tarafından anlatılıyor. İçindeki malzemeler hakkında bilgi veriliyor, sorularınız varsa bu sorular yanıtlanıyor. Her yemek servisinde keyifli bir sohbet var. Ve aşcının yemeği servis ederkenki mutlu hali de insanın hoşuna gidiyor. Buğday aşının içinde süzme yoğurt, yanık tereyağ, tavuk suyu, tütsülenmiş buğday, nohut, mercimek filizi, buğday patlağı ve nane yağı bulunuyor. Oldukça fresh bir 'aş' bu.

Hemen ardından Taze Yemiş tabağı var. Antep fıstığı kreması ve limon kekiği var tabanında.  Değişik bir yorum olduğunu itiraf etmeliyim.

Taze Yemiş Tabağını, Taze Tatlar Tabağı takip ediyor. Ben çok beğendim. Belki de en beğendiğim lezzet bu tüm menüde. Su teresi, karides, kabak, roka yaprağı, taze yeşil soğan sosu var içeriğinde. Benim gibi sebzesi ve deniz mahsulcü bir insan için nimet:).

Ardından Fenikelilerin hasat takvimi motifl bir tabakta ızgara levrek geliyor. Tarhun yağı var sosta, ayrıca kurutulmuş sardalya ve balık stok ve de kaya koruğu ile servisi yapılıyor. İkinci favorim de sanırım levrek oldu.

Menü oldukça kapsamlı bir menü. Söğüş tabağının ismini duymak bile dudaklarımız büzmeme sebep olsa da bir kere çıkmıştım yola. Ama yapamadım. Limon otu, maydonoz ve beyin sosu eşliğinde görüntüsü gayet hoş bir tabak geldi. Yanak ve dil içeriyordu ve ben başaramadım yemeği. Hem kokusu hem de tadı çok ağır geldi: ancak benim dışımdaki herkes severek yedi.

Yahni tabağı ise nefisti. İkinci gittiğimde menüde kuzu kol vardı, onu da yiyebildim kuzu sevmeme rağmen.

Sıra tatlılara geldiğinde aslında yeme kapasitemin sonuna ulaşmıştım ben. Çok çeşit var. İlk gelen Karamel sosu, yogurt mousse içeren bir tatlıydı. Altta kurutulmuş pancar vardı, buğday patlağı ve fesleğen yağı eşlik ediyordu.

Tahin pekmez tabağı ise nar pekmezi ve süt kıtırından oluşuyor. Servis sırasında ekşi maya sosu dökülüyor üzerine.

Petifür ise moleküler mutfağın vazgeçilmezlerinden nitrojen prosesi içeriyor. Helva köpüğü nitrojende dondurularak servis ediliyor. Harika bir deneyim..

Cezerye ve limonla aromalandırılmış buz ile tatlı faslı bitiyor. Buz kısmı da eğlenceli, çocukluğumu hatırlattı..

Alancha, özenle hazırlanmış keyifli bir menüyü özenle sunuyor. Ancak gidecek yolu olduğunu söylemeliyim. Lezzet konusunda bir dokunuşa ihtiyaç var. Çünkü bıraktığı lezzet görüntüdeki kadar ihtişamlı değil. Takibe ve deneyimlemeye devam ederek, gelişimini keyifle izleyeceğim.

Bu yazı aslında Mart ayından beri taslak halde bekliyor. Bir şekilde blogla iletişimim koptu benim. Oysa yazacağım çok deneyim oldu bu sürede. Arayı daha fazla açmadan hepsini yazacağım tez zamanda.

Bu yazıyı hazırlarken aklımdan tek bir şarkı geçti.. Cold Play, Don't Panic.. Hadi dinleyin…

Sırada ne mi var? Martin Berasetegui, El celler can Roca..













19 Şubat 2015 Perşembe

Yeni bir Michelin star deneyimine hogeldiniz: Gaig

Bu yıl çok yıldızlı geçecek, başlangıcından belli. İlk sinyalleri aldık. Yılın ilk günlerinde 'Gaig' ile başladı serüven.  Şef Carles Gaig çocukluğundan beri bu işin içinde, ailesi de restoran işletiyormuş. Annaei ve büyükannesi etkisinde geçmiş hayatı. Bu mutfağına da yansıyor. Geleneksel mutfağa odaklanan bir menüsü var.
Mekan olarak Gaig oldukça yalın ancak sıcak bir hava sunuyor. Son derece ferah bir mekanda, hoş müzik eşliğinde, gürültüsüz uğultusuz, dibinizde bir başka masa olmadan, mekan kadar yalın ve sıcak bir servisle deneyimliyorsunuz menüyü.

Bu deneyimi Luis ile yaşadık. Tickets'a da beraber gitmiştik. Kendisi oldukça ideal bir yemek arkadaşı. Yemek boyunca yediğimiz yemekteki içeriği çözmek, hangi baharatların kullandığını tartışmak gibi bir heyecanı paylaşabiliyoruz. Yemek dışındaki konularda bu kadar derin paylaşımlarımız olmuyor:).  Yanınızdaki kişinin de  sizin kadar hatta daha fazlaca yeni şeyler denemeye meraklı olması ve sizi de teşvik etmesi güzel bir şey.
Biz iki menü deneyimledik Luis ile: Traditional menu ve Gran Apat menu. Ben her iki menüdeki yemekleri de oldukça başarılı buldum ancak yine de önerim 'Traditional Menu' olur.  Hatta aslında ikisinin karışımından farklı bir menü yaratmak daha da iyi olabilirdi. Ben domuz eti yemediğimden Gran Apat menüdeki geyik etini yedim mesela.
Sipariş öncesi masamıza gelen tabak bu: Cips, galeta ve tuzlu spesiyaller. Görüntüdeki sıradanlığa aldanmayın. Leziz, nefis… Ve yemeğin güzel olacağına dair ilk sinyalleri alıyorsunuz.

Tabii ki menüyü Cava eşliğinde inceledik. Şarap seçimimiz ise Castillo Perelada Finca La Garriga oldu. Kolay kolay bulunmayan bir şarap. Samso üzümlerinden, içimi oldukça kolay ve keyifli.  
Ilk sunulan kabuklu canlı menü dışı bir sunum. Adını hatırlamıyorum, ne de olsa üzerinden 1.5 ay geçti. Daha önce Luis evde hazırlamıştı ancak bu kabuklu pişirildiği ana kadar canlı olduğundan yemek konusunda pek motive olamamıştım. Sadece tadına bakmıştım. Bu sefer Michelin star aşkına yeme kararlılığındaydım tabi. Ama yine beğenmedim.. Luis de çok etkilenmedi.

Diğer tabak ise bir çorba. Gran Apat menüsünden. Ortada görülen top bir yumurta. İşin içine yumurta girince hatır gönül tanımam ben. Üzerine para verilse de olmaz. Luis çok beğendi.  

İri karidesin hem sunumu etkileyiciydi hem de çok özgün bir tadı vardı. Karidesin altında peynir ve et bulunuyordu. Beraber oldukça hoş bir lezzet oluşturdu.

Apat menü de ise levrek tartar sunuldu. Somon havyar ile beraber. Ben karidesi daha orjinal buldum.  Apat menude mantar ve patates eşliğinde karides de geldi. Torpilli menü :).  Ben galiba o kadar yenilikçi sunumların insanı değilim, kendi karidesimi daha çok beğendim.

Traditional Cannelloni her iki menüde de sunuluyor. Cannelloni İspanyol mutfağındaki İtalyan esintisi aslında. Beşamel soslu bir yemek. Makarna türevi olmakla beraber yemeği domine eden etrafındaki hamur değil içindeki yoğun et. Sos ise alıştığımız beşamel sosu tadından farklılaşıyor.

Benim İspanya'da her türünü deneyimlediğim bir balık: Bacalao. Daha önce de yazmıştım, hala hangi familyadan olduğunu anlayamadım. Hiçbir balığın tadına benzemiyor. Oldukça farklı, ağır bir tadı var. Ancak ne türlü pişerse pişsin beni kalbimden vuruyor. Gaig'de farklı iki sunumunu deneyimledik.

Benim menümde kremalı bir sos ile sunulan soğuk, çiğ  bir Bacalao varken, Luis'in menüsünde sebzeli pişmiş bir sunum vardı. Ben kazandım :). Bu balık pişince kokusu yoğunlaşıyor, tadındaki aroma ağırlaşıyor. Sebzelerin tadı ve kokusu bile bastıramamıştı bunu. O sebeple Traditional menü kazandı bu duelloyu.

Luis'in olduğu masada Foie mutlaka olur. Adam her biçimini yemeye kararlı. Ben de 'asla yemem' duruşumu çoktan bozdum bu blog hatırına. E denedik tabi. Yok arkadaş, ben bu kaz ciğeri ile barışamadım. Tamam tadı güzel de, armut olmasa vallahi çekilmez. Luis çok hatta çooooook beğendi. Ben de 'eh yenebilir' modundan öteye gidemedim. Sorun şef Carles değil, net olarak Devrim.
Denizden çıkan herşeye kucak açan ben, elbette menüdeki kalamarı da aynı hevesle karşıladım. Açıkçası görüntüsünde hiç bir seksapel yok. Hatta insan Michelin star olan bir yere gidince nedense her tabağı bir sanat eseri kıvamında bekliyor. Oysa bu sunum oldukça özensiz geldi. Ancak Luis bile tabağındaki Foie'yı bırakıp benim kalamarı götürecekti neredeyse. Seri manevralarla kurtardım yemeğimi. Oldukça yumuşak, mantarlı bir sos ile hazırlanmıştı ve mantarın yoğun tadı da alınıyordu. 'Like' verdik..
Sıra geldi ana yemeğe. Ben domuz yemediğimden elbetteki Luis 'in menüdeki geyik etini kaptım. İyi de yaptım. Hayatımda yediğim en güzel et olduğunu kesin ve net bir ifade ile belirtiyorum.  Üstelik de az pişmişti. Hiiiç bana göre değil. Sos enfesti, ne vardı sosta anlayamadım bir türlü. Et yumuşacık ve kokusuz bir etti. Olsa biraz daha yerdim. Ben ki et sevmeyen Devrim bunu diyorum, bir de et sevenleri düşünün. Luis bin pişman oldu yaptığı centilmenliğe ama artık çok geçti :)

Tatlı kısmına geldiğimizde pilimiz bitmişti. Belki de ondan çok etkilenmedik. Ya da gerçekten etkileyici değildi. Her iki menüde de ikişer tatlı sunuluyor. Crema Catalana en başarılı tatlı oldu. Dondurma da meyvenin tadını çok fresh bir şekilde hissettiğimiz bir sunumdu. Ancak diğer iki tatlı belki de çikolatalı olduklarından benim için fazla 'tatlı' ve ağırdı.

Elbette cortado ile bitirdik akşamı. Nefis bir yemek oldu. Ertesi gün İstanbul'a döneceğim düşünülürse de Barcelona'ya muhteşem bir veda oldu. Luis 'in deyimiyle 'ben de olmasam enteresan şeyler yapamayacaksın Barcelone'da'.. Çok alçakgönüllüsün enişte.. Kardeşim Umut, bu top sanırım sanaydı.

Bu yemekleri yapan şef ile tanışmadan olmazdı tabi. Carles amcaya da sarıldık, teşekkür ettik, fotoğrafımızı da çektik.

2015 yıldızlı bir yıl olacak derken ciddiydim. Haziran'da San Sebastian'da Berasategui'deyim. Bu sefer 3 Michelin yıldızlı bir deneyim için. San Sebastian çok da görmek istediğim bir yer oldum olası. Muhteşem sahillerinin yanısıra yemekiçin enfes bir durak. Pek çok Michelin star restaurant yanısıra kendi mutfağı başlıbaşına olay. Haziran'da keyfime diyecek yok.

Temmuz ayında ise muhteşem bir deneyim beni bekler. Bu sefer Girona. El Celler de Can Roca. Ü. muhteşem kardeşin 3 Michelin yıldızlı restoranı. 2013 yılında dünyanın en iyi restoranı seçilmiş olması da ayrı bir heyecan tabi.

Sevgili 2015, ben söylemiştim, senden birşey beklemiyorum, ben istediklerimle sana geldim diye. Gölge etme başka ihsan istemem.

O zaman bugün de  Ceza ve Sezen Aksu söylesin. 'Gelsin hayat bildiği gibi'.. E gelsin hayat bildiği gibi, biz de üzerimize düşeni yapar dibine kadar yaşarız..





28 Ocak 2015 Çarşamba

Yeni bir mekan olarak Vinitus.. Like veriyorum.

Barselona benim için aşk demek. özlem demek.. Kavuşmak, sarılmak, oynamak, coşmak... Sevgiyi dolu dolu yaşamak demek.. Katalanca, İspanyolca, Türkçe karışık cümleleri çözebilmek demek.. Leo demek, Jan demek.. Kalbime sığamayacak kadar çok sevmek demek...
Yeni yıla Barselona'da girdim, ailemle.. Ailemizin harika çocukları ile: Mira, Leo ve Jan..2015 şimdi sen düşün, kork benden!! Benim hayatıma gelen sen değilsin, ben 2015'e geldim.. Ben nasıl istersem öyle akacaksın, ne istersem o olacaksın.. Bu yıl da geldi bana neler getirdi modunda değilim. Ben gereken herşeyi aldım da geldim..  

Barselona'ya gidip de yemekten bahsetmemek mümkün mü? Ya da yeni bir yer deneyimlememek. Zaten uçağa binince yeme ihtimalim olan tapasların kokuları geliyor burnuma.. Modum değişiyor. Bu sefer kızım da yanımdaydı, o sebeple herşey daha da güzel, daha da keyifli bir hal aldı. 

Daha önce uzun uzun yazdığım La Flauta' ya gittim tabi. Ama aynı gruba ait yeni bir yer keşfetmeyi de ihmal etmedim: Vinitus. Ve bu seyahatte bir şey daha öğrendim ki benim Barselona'da sevdiğim ve favorim dediğim mekanların dördü de aynı gruba aitmiş. Tutarlıyım :)

Vinitus, La Flauta ile karşılaştırıldığında daha yalın ve modern tasarımı olan bir mekan.  Flauta ne kadar gelenekselse burası da o kadar modern. Ancak yalınlığının yanısıra başarılı bir tasarım uygulaması var.
Fiyatlar gayet iyi. Adil bir bedele keyifle yemek yemek mümkün. Üst kat alt kata göre daha keyifli. Hem aydınlık hem de akustiği daha başarılı görünüyor. Alt katta hem gün ışığı eksikliği hem de tuhaf bir uğultu var.

Biz çok iddialı tapaslar yemedik. Sevdiğim şeyleri es geçmedim. Mesela Bacalao. Yemeden olamazdı. Halen tam olarak hangi balık olduğunu anlamasam da her türlü pişirme metodunu tattım. Hepsi de başarılı. Balık muhteşem bir aromaya sahip zaten. Biraz ağır bir kokusu olsa da farklı ve lezzetli. Yediğim hiç bir balığın tadına benzetemiyorum.

Enginar kızartması yeni denediğim bir tapas değil. Varsa mevsimiyse mutlaka istiyorum. Hatta bunu evde de denedim ben. Tam aynı tadı yakalayamasam da oldukça başarılı oluyor.

Mantar çeşitlemesinin yanısıra kendini paella sanan pilav da yedik:).

Ben pek hoşlaşmadım ama Luis ve Umut gayet beğenerek mini hamburgeri de yediler. Bana içindeki köfte çok ağır geldi. Kokusu oldukça ağırdı.

Tabii ki Foia da oluyor Luis'in olduğu masada. kendisi kaz ciğeri yemeyi ihmal etmez. Ben de enişte hatırına tadıyorum. Sevemedim.

İki katalan tatlısı ile bu deneyim de tamamlandı.10 üzerinden 7.5 veriyorum.

Barselona'da olmak ve de burada yemek yemek her zaman güzel. Hayal kırıklığı yok, lezzeti çok.



Bir şarkı da ekleyelim madem. Mirah söylesin. "La Familia"


27 Aralık 2014 Cumartesi

Bulutların üzerinde bir Kokteyl deneyimi : Cloud 34

Bir süredir Zomato uygulamasını kullanıyorum. Hem de büyük bir keyifle. Aslında blog yazmaktan daha kolay geldiğinden, bloğa yazmak konusundaki düşük motivasyonumu iyice bitirmiş olabilir. Çok pratik :). Hem hızlıca fotoğraf yüklüyorum, hem de yorumlarımı yazabiliyorum mekanlarla ilgili.

Salı akşamı da Zomato'nun düzenlediği "Cocktails on Cloud" workshopuna katıldım. Etkinlik Hilton Bomonti'nin 34. katında yeralan barda, Cloud 34'de gerçekleşti. Bar manzarası gerçekten harika. Etkinlik sırasında manzaranın keyfini çıkarmaya vaktim olmadığından ayrıca gideceğim kesinlikle.

11 kokteyl hazırladık. Buraya her birini yazmak doğru olur mu bilemedim ama yazalım gitsin. Siz yine de orjinalini gidip yerinde manzaraya karşı yudumlayın.

?

Turkish Coffee Martini
4 cl Votka, 2 cl Kahlua, 4 cl taze turk kahvesi (pişirilip soğutulmuş) ve buz.
Oldukça keyifli bir koktely, çok da basit.

Lions Milk
1 cl rakı, 2 cl nane likörü, 6 cl elma suyu, 2 cl limon suyu, 3 cl votka.
Bizzat kendim yaptım, tabii ki barmen hocamın direktifleriyle. Biraz sert ama tadını sevdim.

Keyifli bir akşam oldu. Sıra geldi bu malzemeleri tamamlayıp evde farklı lezzetler denemeye..
Bu sayfayı yazarken dinlediğim parçayı da paylaşmak istedim. Passenger, Let Her Go.