24 Mart 2014 Pazartesi

Bir Pazar Klasiği : Cunda Balık

Biz her pazar Mira ile Cunda Balık'a gideriz. İstisnai durumlar hariç hiç aksatmadık. Akşam üzeri 18:00 gibi gider, mezemizi balığımızı yer, süper de sohbet ederiz. Ben bir duble rakı da içerim tabi :). Mira'nın iştahını maksimum seviyede deneyimlediğim bir mekan.

O sebeple evimiz gibi Cunda artık. Herkes çok sıcakkanlı ve sevecen. Bu ilgiyi Mira'ya borçluyum çünkü tüm personel kendisinin arkadaşı oldu. Kedimizi bile anlattık, jimnastik gösterisi de yaptık. Maharetlerimizi sergiledik.

Bu Pazar da gelenek değişmedi. Mira da artık meze seçimine dahil oluyor, istediklerini söylüyor. Hatta balık seçiminde de yandan bir dolu yorum. "Ay o balık çok çirkin. Lüfer yok mu Lüfer?". Kendisinin favori balığı Lüfer. Bu hafta uskumru denedik ama Mira hiç sevmedi. Hal böyle olunca  eve gidene kadar da bütün yol söylendi. Efendim neden biz Lüfer varken isminden bile çirkin olduğu anlaşılan bir balık yiyormuşuz. Zaten hamsi yemişiz, o da hamsi gibi parlak bir balıkmış ve zaten aynı sayılırlarmış ve aynı tip alık yemek ne kadar tuhafmış. Dır dır dır..


Cunda'nın mezeleri muhteşem ötesi. Hem çeşit olarak çok zengin hem de her biri gerçekten çok ama çok lezzetli. Her gittiğimizde farklı denemelerimiz olmakla beraber değişmezlerimiz de var. Kalamar tava bingo. Ben sadece tadabiliyorum, yemek kısmet olamıyor.Mutlaka Ege otlarından yenir. Mira Levrek marin yemeden dönmez. Bir de ismini unutuğum peynirli hafifi acılı bir  meze var ki istemeden duramıyorum. Zehir gibi acı ama leziz bir başka meze ise eroin. Bu hafta balık köftesi denedik, ben balık köftesine karşı önyargılıydım ama lezizdi.  Börekleri var ki beni benden alıyor. Bir mantar nasıl bu kadar güzel oluyor? Anlatamıyorum, denemek lazım. Pişman olunması imkansız bir mekan.


Ben bir de Beyoğlu Eleos'da bu kadar mutlu oluyorum. Orada da mezeler harika.

Ancak rezervasyon dert oraya, oysa Cunda'ya çatkapı gidiyoruz ve de neşe ile karşılanıyoruz.

Siz de gidin..
Devrim




23 Mart 2014 Pazar

Ferran Adria Menu 1 : Hamburger & Sezar Salata

Sonunda Ferran'ın kitabındaki tarifleri deneme hedefim için ilk adımı attım. Bugün kitabın ilk menüsünü yaptım.. sayılır.. Tatlıyı yapmadım, onu yarın Mira ile yapacağım.

Bugünkü muhteşem bahar havasına rağmen ben günü evde geçirdim. Sabah erken saatteki pilates dersi ve sonrasındaki rutin programım sonrası evdeydim. Uyudum.. Uyudum..

Akşam üzeri Akasya Alışveriş Merkezi keşif turu yapmak istedim. Hem de 2 haftadır çantamda benimle gezen malzeme listesini alabilirdim. Orada Makro Center olduğuna çok emindim. Ve bingo! Süper bir Macro Center var.  Etrafımda pek çok alışveriş merkezi olmasına karşın metro ile gidebileceğim tek yer olması bakımından Akasya artık benim mekanımdır. O Macro benim Macro'mdur artık.

Eve kendimi attım ve çalışmaya başladım. Menüleri ben yaratmıyorum, menüyü aynen kitapta tasarlandığı şekilde yapacağım. Yani Hamburger, Sezar Salata ve Bademli kek.


Yemek yaparken en önemli malzeme şarap :). Bu akşam bana Suvla Kirte eşlik etti. Cabernet Sauvignon, Shiraz ve Petit Verdot karışımı, hafif ve içimi keyifli. Benim genelde favorim Sur. Suvla'nın Amerikan Hastanesi karşısındaki mağazasından alıyorum şarapları. Tavsiyeler harika oluyor.
                                             

Önce Hamburger köftesinden başladım, kendisini hazırladıktan sonra bir süre dolapta bekletmek önerildiğinden o bekleme süresinde salatayı halledebileceğimi düşünüyordum.

Malzemeler (2 kişi için):
Kıyma, 250 gr
Yarım dilim ekmek, 1.5 tatlı kaşığı süt
Yumurta, 1 adet
Yarım tatlı kaşığı tuz, bir tutam toz beyaz biber
Cheddar peynir, 2 dilim
Hamburger ekmeği, 2 adet

Tarif aslında klasik. Kıymaya yumurta, sütle 5 dk ıslatılmış ekmek, tuz, biber ekleyip iyice yoğuruyoruz. Sonra büyük hamburger köfteleri yapıyoruz. Dolapta dinlendirip az yağda pişiriyoruz. az pişmiş istiyorsak3dk, iyi pişmiş istiyorsak 8dk'da işlem tamam. Ben dökme tavada kısık ateşte yavaş pişirdim.








Son kısımda hamburger ekmeklerini de tavada biraz ısıttım. Böylece et aroması da bulaşmış oldu.

Sıcak köftenin üzerine cheddarları koyunca peynirler teslim oldu :). Sonra da keyfinize göre bir hamburger hazırlıyorsunuz. Turşu, Tukaş paprika, hardal çok az da mayonez ekledim ben.


Yanında biraz cips ile servis ettim Kime mi?  Maç izlemeye gelmiş olan babama.

Ben hamburgersever bir insan değilim ama objektif olarak söyleyebilirim ki gayet başarılı bir çalışma oldu. Bravo bana.








Hamburger köfteleri dolapta dinlenirken ben salata malzemelerini hazırladım. Sezar Salata yapacaktım.

Malzemeler (2 kişi için):
Marul, yarım göbek
Ançuez, 2 adet
Parmesan peynir, 1 mini kase
Vişne sirkesi, 2 tatlı kaşığı
Zeytinyağı, 4 tatlı kaşığı
Yumurta, 1 adet
Kruton, 1 kase
Yarım diş sarımsak



Önce Sarımsak, yumurta ve ançuezler çırpılıyor. Zeytinyağı yavaş yavaş eklenirlen çırpmaya devam edip mayonez kıvamı aldığını görmemiz gerekiyor. Mayonez kıvamı aldıktan sonra vişne sirkesi ekleyip cırpıyoruz. En son da parmesan ekliyoruz.  Bir kapta elle doğradığımız marullara bu karışımın yarısı ekliyoruz, iyice karıştırdıktan sonra kalan sosu salatanın üzerine döküp krutonları ekliyoruz. Ve en son üzerine parmesan serpiyoruz.

Salatamız hazır ve leziz. Ben bu salata performansıma şaştım. Sosu becereceğime emin değildim. Babam salata sosunu ektra ekstra beğendi.


Özetle elime sağlık. Babamla hem keyifli hem de lezzetli bir akşam yemeği yedik. Şarabımızı da yudumladık yavaştan.  Bir de Galatasaray yenilmese iyiydi. Babam bu duruma pek içerledi.

Deneyin.. Bu menü çok pratik.

Devrim


21 Mart 2014 Cuma

İstanbul'da olmayı seviyorum: Duble Meze Bar

 Istanbul'da yaşamayı seviyorum. Her tür ruh halini, her hava durumunu sönümleyen ve de keyifli ortam yaratabilen bir şehir. Yağmurlu havada da güneşli havada da güzel. Ve duygu durumuna uygun bir kucaklaması var seni, herşeyi unutturur. Bazen geceleri her bir köşesinden ayrı ayrı bir nefes çekip öyle uykuya dalasım var.

Bu akşam uzun bir aradan sonra Zeynep ile rakı keyif yapalım istedik. Hem rakıya hem de Zeynep'e bir ara vermiştim. Malum Barselona filan derken. Münferit veya Duble'ye gidesimiz vardı, ruhumuz bugün Duble istedi.

Daha önce de gelmiş manzarasına hayran kalmıştım. Sadece burada rakı değil de şarap içilesi bir ambiyans var.

Manzara görmeden anlaşılmaz, fotoğraf yansıtamıyor ama yine de bir fikir vermesi açısından bir örnekleyelim :)


Yalnız bugün feci bir kadın popülasyonu vardı, gün gibiydi. Tüm kadınlar eğlenmek için bu mekanı seçmiş.

Mezelerinin tadı da sunumu da çok başarılı. Şiddetle tavsiye edilir. Benim ikinci gelişim üçüncü defa gelmeye gerek var mı emin değilim. Bu isteksizlik Duble'den değil de İstanbul'da gidecek çok yer olmasından kaynaklanıyor. Bugün gitmek istediğimiz yerleri bir sıraladık, çoooook işimiz var, çooook. Şikayetçi miyiz? Asla. Keyfimiz böyle olsun, tek derdimiz de mekan seçmek olsun.

Aslında insanın rakıya ortak olacak keyifli bir dostu varsa, mekan teferruat :).






İkimiz de çok aç değildik. O sebeple gözümüz dönmedi, feci cool takıldık. Rakıya, muhteşem manzaraya karşı dışarıda (tears mı desem?) başladık.

Ahtapot, Tabule yoğurtlama, Levrek marin, kestane mantarlı humus ve semizotlu salatayı patlıcanlı börek takip etti.



Ben ahtapot sevdalısı değilim, kendi başımayken yemek aklımdan geçmez. Hem kendisinin zekasına hayranlığımdan yemek için kullanılması pek zoruma gider hem de öldürmeye değer bir lezzeti olduğunu pek düşünmem. Suyun altında ihtişamlı halini görüp hayranlıkla izlediğim bir canlıyı tabakta görmek biraz da acıklı gelir.  Ama yedim.. herşeyi tadacağım hevesine kurban gitti. Pek çok farklı denememe kıyasa başarılı diyebilirim ama yemesem eksikliğini hissetmezdim.

Zeynep 'Tabule yoğurtlama' ile aşka düştü. Kendisinin favori mezesi bu. Benim oyum ise kestane mantarlı humusa gitsin. Üzerindeki fıstıklar da çok yakışmıştı, tadı damağımda kaldı.

Levrek marin söylememi teşvik eden içeriğindeki trüf yağının tadını alamadım. Zaten bitiremediğimiz tek meze de bu oldu.
Salata da beklenen performansın üzerinde. İlk defa bu kadar başarılı bir semizotu salatası yedim. Semizotunun baskın tadı yoktu.

Ama gecenin yıldızı Granyöz nam-ı diğer Kaya levreği. İlk defa yedim. Muhteşem bir lezzet. Harika pişirilmişti. Önce fırınlanıp sonra ızgara edildikten sonra tekrar fırın görüyormuş ve son ızgara dokunuşu sonrası tabaklarımızda yerini buluyor. Şiddetle tavsiye ediyorum.


Biz Duble'den mutlu ayrıldık. Rakımız, mezemiz, sohbetimiz ayrı ayrı lezizdi.

Bizi yağmurla karşılayan kasvetli bir İstanbul sabahını muhteşem bir hava ile keyifle noktaladık.

Yemeğe eşlik eden müzikler de harikaydı. Aklımda en çok kalan çocukluğumda da sürekli mırıldandığım Unutma beni. Ne çok severdim ben Esmeray'ı. Hele de o 'Gel tezkere' yok mu? Neden o kadar severdim o yaşta bilemedim, çok saçma.


Devrim


15 Mart 2014 Cumartesi

Barcelona, Bölüm 6: Doyum (!)



Zehirlendim, şaka değil. Yataklara düştüm. Hem de kendi yaptığım yemekten. Bu gerçek, işi biraz trajikomik hale getiriyor. Aslında artık kendi yaptığım yemekten mi emin değilim çünkü kapari bir insanı bu kadar uzun süründürmez diye düşünüyorum. Pazartesi akşam başlayan mide bulantımı önce Tickets heyecanıma bağladım, öyle olsun istedim. Ama geçmedi, ertesi sabah da geçmedi. Dışarı çıkıp biraz dolanmak işe yaramadı, sancılar bitmedi. Vücudumu saran titreme geçmedi. Akşam 18:00'e kadar yataktan çıkamadım. Kardeşimin Tickets rezervasyonunu iptal önerisine kısık sesli bir haykırışla yanıt verebildim : "Ölmek var, dönmek yok" . Ama'lar, mantıksız davranıyorsun'lar, emin misin'ler, yine gelirsin'ler, hiç bir söz beni ikna edemedi.

Şuanda itiraf ediyorum, gidecek halde değildim gerçekten -Doğum günü trio'su! Hanginiz ah ettiniz? -. Sürünerek de olsa gittim. Zaten aksini nasıl düşünebilirdim?

Akşam 22:00 sularında biz kavuştuk ama doyamadık:). Yani ben gerçekten doymadım aç kaldım ayrıca mekana da doyamadım.


Tickets gayet basit kurgulanmış, insana bir sirkte hissi veren ama bir taraftan da dingin bir ortam. Neşeli.Ocak ikinci hafta yaptırdık rezervasyonu ama ancak barda yer alabilmişiz. Masalar hatta her yer doluydu. Garson çocukla yaptığımız muhabbette öğrendik ki her akşam 1 masa boş oluyormuş ve saat 19:00-20:00 civarı gidince bu masayı yakalama şansı varmış. Riskli bir deney ama olabilir. 

Barda oturmanın bir avantajı var tabii. Size sunulan tapanın nasıl hazırlandığını görme şansı oluyor ve de garsondan detaylı olarak dinleyebiliyorsunuz her bir malzemeyi. 







Menünün kapağı sanat eseri gibi, menü kartonunu satınalabiliyorsunuz isterseniz. Menü de gayet keyifli, hoş grafikvari bir tasarım. Ancak okuması ve anlaması zor. A la carte sipariş verebileceğiniz gibi tapas deneyimini  kendinizi teslim ederek de yaşayabiliyorsunuz. Garson size bazı sorular soruyor: alerji, yemediğiniz gıdalar, pişmemiş ürünle sorun olup olmadığı gibi. Bu sorulardan sonra kendinizi onun ellerine teslim ediyorsunuz ve gelsin 'tapa' lar. 

Ben zehirlenmiş olduğumdan mesela istiridye yiyemedim, pişmemiş gıdaları limitli tüketebildim. Yani koca menüde mini bir subset içinde ne kadar deneyimlenirse. Kesinlikle yine gelirim.

Neler yedik? Orjinal isimlerini de yazmaya çalışacağım. İlk servis edilen Coctel Solido. Tekila, tarçın ve nane ile marine edilmiş. Çok fresh. Sert, kütür kütür, alkolü ne fazla ne az. İç serinletiyor. 

İkinci tapa ise Pizza de Tickets. Tickets pizzası. Görüntüsü bir şey vaad etmese de tadı oldukça başarılı. Tapaların tamamında neredeyse saydıkları tüm içeriklerin tadını ayrı ayrı alıyorsunuz. Bu pizza da öyle. Çok ince hamur üzerinde havyar, mozarella, domates ve fesleğen var. 

Üçüncü tapa oldukça enteresan. Solda gördüğünüz foto her ne kadar yumurtaya benzese de o aslında bir zeytin. İki çeşit deneyimledik: Olivas Gordal Adobad ve Olivas Verdial. İlkinde tarçın aroması var, ikincisinde ise biber ve sarımsak. Ağzınıza attığınız aslında yumurta sarısı kıvamında oynak birşey. Ağızda çok yavaşca patlatmanız gerekiyor. Patlaması ile ağzı saran muhteşem bir aroma ve tat var. Çok saf bir zeytin tadı. Gerçekten enfes.







 
Sonra Xuxi Semilla tomate yani ancuezli domatesli ekmek. Kızarmış incecik kıtır ekmek üzerine zeytinyağı sürüyorlar ancak zeytinyağı katı kıvamda. Yani tereyağ gibi sürülüyor ama zeytinyağ. Bu Adrian'ın kitabında vardı sanırım. Üzerine domatesin tohumlarını içeren göbeği. Ancak bu kullanılan domates özel bir domates. Ancuez ve en üstte de gümüş kağıt var. Evet, gümüş kağıt, incecik.  Bu da lezizdi ama değişik değildi. 





Bir diğer tapa ise Mini Airbags de ques. Yani peynir kesecikleri. Pizza hamuru kesesi içinde krem halinde manchego peyniri var. Üzeri yine bir parça peynir ile kapatılmış. Havyar  ve fındık tozu ile süslenmiş. Gerçekten harika birşey. Benim bozuk mideye ağır geldi ama yine de kendimi tutamadım. 

Et de denedik tabi. Viaje nordico. Malt ekmeği üzerine marine edilmiş biftek. üzerinde krem peynir. Tabakta görülen beyaz toz ise 'sirke'. Tadına baktık, vallahi sirkeydi. üzerine adımı Tickets yazmadı, bu Luis'in eklediği bir unsur. 

Hemen ardından Airbaguette Canario geldi. Pofuduk kıtır ekmek etrafına sarılı pismiş 'ham'. Bu et ürünlerinin türkçe mealini bilmiyorum ben. 

Burada hemen ek bilgi vereyim. Dünyadaki en iyi ham Joselito imiş. Bir bacak 800-1000 euro arası bir bedel ediyor. Normal ama iyi kalitede bir bacak ise 300-400 euroya alınabiliyor, arada neredeyse 3 kat fark var. Ancak çok özetle anlatırsak, Joselito kapalı mekanda degilde açık arazide dolanan ve dogal beslenen domuzlardan üretiliyor.


Luis, Almejas en salsa chi yani midye de yedi. Ben yiyemedim mide sebebi ile. Denemeye cesaret edemedim keza sabah 6 uçağı ile İstanbul'a dönmem gerekiyordu. İçeriğini de dinlemedim içim gitmesin, merak uyandırmasın diye. Zaten fotoğrafı bile flu çekmişim. 

Ama ardından gelen Chanquete frito'yu kaçırmadım. Chanquete gayet minik bir balık, kızarmış olarak sunuluyor. Sadece İspanya sularında bulunuyor diye biliyorum. Burada cok harika bir baharat tadı vardı. Normalde ortada görünen yumurtayı karıştırmak gerekiyro ama ben yumurta yemediğimden bunu yapmadık tabi. 

Tatlı öncesi kapanışı Luis, Foie escabeche ile yaptı. Yani kaz cigeri. Luis'e bile çok geldi. Söylediğine göre gayet başarılı. Ben burada da seyirci kaldım. Bu yaşıma kadar herhalde 5 kere zehirlenmemişimdir. Bu seyahatte üstelik tam da Tickets günü bunun olması çok manidar.   
   

Benim mide yavaştan arıza çıkarmaya, tansiyon da düşmeye başlayınca tatlı faslı da uzun sürmedi. Hatta çikolatalı tatlıları hiç deneyemedik sadece meyveli hafif birşeyler deneyebildik. 
İlk tatlımız Merengue de Frambues. Vanilya kreması ve taze frambuaz ile servis ediliyor. Kendisi yumuşak gibi görünse de aslında sert bir köpük gibi. Ağzınıza atınca ise bambaşka birşeye dönüşüyor. İnanılmaz taze ve ferah bir tat. Muhteşem bir yoğunluğu var sanki dilimin her noktası bir anda alarm durumuna geçti. Keyifli bir tatlı.




Günün kapanışını ise Granizado de Mandarina ile yaptık. Donmuş portakal kabuğu içinde mandalina, portakal parçacıkları, lemon grass vardı. Campari ile marine edilmişler. Buzlu bir tatlı. Hem serin, hem kesin. İki tane yesem sarhos olabilirdim. 

Tüm bu tapasları şampanya eşliğinde tattık. Evrenin cilvesine rağmen mutlu ayrılıyorum buradan. Mekanı görmek bile beni mutlu etmeye yetti. 

Barda bir TV'de hem Adrian'ların hikayeleri var, hem yemek tarifleri dönüyor. Bir de El Bulli'nin kapanış günü ile Tickets 'ın açılış günü videoları da vardı. Bir taraftan da bilgilenmiş olduk. Luis'e de muhteşem eşliği için teşekkürler. Yemekler hakkında uzun uzun sohbet ettik hatta bir sonraki olası gastronomik seyahati bile değerlendirdik. Planlar güzel. İbre sanırım Costa Brava'yı gösteriyor:).   


Hesap bu şirin teneke kutuda geldi. Kutu bana ibeking'i hatırlattı.Bu kutu paellaya konan malzemelerden birinin kutusuymuş. 

Tickets 'da dikkatimi çeken bir konu garson ve barmen/aşcı sayısı oldu. Gerçekten inanılmaz büyüklükte bir kadro. El Bulli de böyleymiş ama. Çok fazla garson ve aşcı varmış. Çünkü önemli iki konu var: Yemeklerin kalitesi, hizmetin kalitesi. Bu sebeple Ferran Adria El Bulli'de para kazanmamış, ancak kendini çeviren bir mekan olmuş. Ama burada yaptığı isim ve ün ile marka elçiliği, konuşmacı olarak konferans katılımları, workshop, kitap gibi işlerden para kazanmış. El Bulli, Ferran Adria  markasına bir yatırım olmuş aslında. 

Bir bilgi de Tapa(s) ile ilgili. Tapar İspanyolca'da kapatmak fiiline karşılık geliyor. Eski zamanlarda tavernalarda içki içerken hem sıcak hem de biraz pislikten etrafta gezinen sinekler sürekli bardaklara konuyorlarmış. İnsanlar da içkilerini korumak için ekmek, jambon vb ile bardaklarını kapatırlarmış. İşte bu kapattıklarına 'tapa' denmeye başlanmış. Ve bu günümüze kadar gelmiş. Bizim tapas dediğimiz aslında tapa'nın çoğulu. Bir nevi mezeler.

Hem Tickets serüveni hem de Barselona seyahati bitti. Gezdiğim gördüğüm bana kalsın, yediğim içtiğimi anlattım :)

Mutlu bir yüz, sancılı bir karın, yarı ayakta bir mide ve düşük tansiyon ile evin yolunu tuttum.  

Devrim
   

















14 Mart 2014 Cuma

Barselona, Bölüm 5 : Kızkıza

Doğum haberini aldığım anı hala hatırlarım, o kadar canlı ki hislerim. Hayatımın ilk büyük hayal kırıklığıdır kardeşimin doğum haberi. Oysa erkek olacaktı, adı da Ali olacaktı. Ama kız oldu, haliyle Ali de olmadı tabi. Geri de gönderilemiyormus mecburen kabullendik. Ama benim kardeşimi tam olarak kabullenmem uzunca bir zaman aldı. Aslında onu ne kadar çok sevdiğimi ikimiz farklı şehirlere dağılıp uzak kalınca anladım. Ben İstanbul'a, kardeşim Ankara'ya gidince. Sonra çok telefon kuyruğu bekledim kendisini aramak için. 
Şimdi ise kaderin cilvesi o Barselona'da. Artık aynı ülke topraklarında bile değiliz. Kaderimiz buymuş bizim, ne diyelim?

Ayrı ülkelere dağılınca prensip kararı aldık en uzun ayrılık 3 ay olacak. Bu süreyi geçirmeyeceğiz dedik, hiç de aksamadı bu durum. Birbirimizi seviyor muyuz ne? Ne kadar özlersen özle kavuşunca doyamıyorsun yine de, öyle yarı dolu yarı boş dönüyorsun işte.

Kardeşim benim için detaylı bir Barça programı hazırlamıştı her zaman olduğu gibi. İkinci bebeğini göbeğinde taşır durumda olmasına rağmen programı aynen uyguladı. 

Günün planda olmayan süprizi ise Cerveceria Catalana oldu. Karşıma çıkınca pat diye birden altın bulmuş gibi oldum. Ne zamandır gelmiyordum. Aslında La Flauta keşfinden beri. Bir de Catalana daha önceleri geleneksel dekorda sade bir mekandı, sonra seyahat kitaplarından birinde listelendi. E listelenmesi sonrası diye tahmin ediyorum birden turist popülasyonunun arttığı bir yer oldu. Bunu takiben bir baktık dekorasyon değişmiş ve modern soğuk bir mekan oluvermiş. Hayal kırıklığına uğradım tabi. Sanki mutfak da biraz değişti. Yine de ilk gözağrım ve halen başarılı denebilir.  

 

Devrim Barca'ya gelir de Pimientos de Padron yemeden döner mi?  Noooo. Bildiğimiz biber kızartması ama biber farklı ve de kalın tuzla filan sunuluyor. Çerez gibi yiyor insan. Çekirdek çitlemek gibi birşey. Her ne kadar bir kaç sefer bu biberlerden alıp İstanbul'a kadar taşıyıp yapmayı denediysem de aynı lezzete ulaşamadım. 

Ortadaki resimde görülen tapa'yı ilk defa denedim. Kızarmış ekmek üzerinde ince kıyılmıs marul, mayonez, jamon, kırmızı közlenmiş biber karışımı. Gayet fresh ancak orjinal bir lezzet olduğunu söyleyemem. Kolaylıkla yapılabilir. 

Sağdaki ise meşhur Patatas Bravas. Önemli olan yanındaki sos. Şimdiye kadar yediğim en unutulmaz Patatas Bravas'ı Madrid'de gayet salaş minik bir mekanda yedim, o tadı bir daha da bulamadım. 
Bu tapa'nın adını hatırlayamadım. Solomilo gibi birşeydi sanki. Öğrenince bu yazıyı güncellerim. Bizim lokum gibi bir et aslında, gayet başarılı. Az pişmiş olması dışında benim açımdan süper.  Ancak Bostancı'daki Günaydın sağolsun beni az pişmiş ete alıştırdı cebren ve hile ile. Lokum dediğimiz eti az pişmiş yiyebiliyorum artık. 

Bir Cerveceria Catalana günü daha sona erdi. Karnımız tok ayrıldık mekandan. Kardeşim sağolsun, keyifli bir gün geçirdik beraber. 

İyi ki doğmuş, iyi ki Ali olmamış. Ay lav yu Sis.

Devrim